Perşembe, Ağustos 25, 2005

Herkes evleniyor.


Düğünler, benim de başımdan bir tane geçtiğinden bu yana, daha anlamlı. Gidene çoğu zaman fuzuli bir iş gibi görünse de, kısacık bir ziyaretin önemini artık daha iyi biliyorum. Ve yalan değil ya, düğünüme gelen insanları diğerlerinden daha çok önemsiyorum! Eda, depremde ailesinden haber alamadığında, destek olmak için kendisini arayanlardan bahsederken "kendi cenazene kimlerin geleceğini görmek gibi" demişti. Belki biraz radikal ama ben düğünler hakkında da böyle düşünüyorum. İnsanların kötü günler kadar, iyi zamanlarını da paylaşmaları gerektiğine inanıyorum çünkü.

Geçen hafta Fatih'le Canan evlendi Ankara'da. Bu hafta da Duran'la Böcü'yü "dünya evine" sokacağız. :) Tüm düğün öncesi gerginlikler, tıslamalar, hıslamalar bitecek; yerini birlikte yaşamanın getirdiği baş edilemez bir zaman sorununa ve "çorapların neden burada" ya da "bu haftasonu annenlere gitmesek olmaz mı" lara bırakacak. E bunlar da gerginlik tabii ama, nasıl desem.. "huzurlu gerginlikler"! Sana ve "o"na özel gerginlikler çünkü ve belki sadece bu yüzden güzeller bile. Birlikte yaşamak gibi (başta) sıkıntılı bir şeyin özü de bu değil mi zaten, hayatı sana ve "o"na, becerebilirseniz "siz"e özel kılmak. Sonsuza ya da kendi sonuna kadar biriyle yaşamayı kabul ediyorsa insan, daha da önemlisi bunu istiyorsa, bu "huzurlu gerginlikler" eskilerin dediği gibi yalnızca tadı tuzu olabilir birlikteliğin diyorum.

Ve tatlı arkadaşlarıma kocaman mutluluklar diliyorum. :)

Çarşamba, Ağustos 24, 2005

Yaz ortasında hastayım.

İki gündür hastayım. Hasta olmak hiçbir zaman güzel değil de, yaz günü daha da zor oluyor. Neyse, mızmızlanmayayım, bugün ofisteyim ve iyiyim demekle yetineyim.

Bu arada, sonsuz ilgisi ve güzel yemekleri için kuzu sarmasına teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Pazartesi, Ağustos 22, 2005

Ofis


Canım o kadar çalışmak istemiyor olmalı ki, kendimi zımba tellerinden kuşlar yapıp, onları kağıt üzerinde uçururken buluyorum!

Bu hafta Serkan da yok..

Perşembe, Ağustos 18, 2005

Bu satırlar ofiste yazıldı..

İşimi seviyorum. Bazen ciddi ciddi işe yaradığımı bile hissediyorum, bir şeylerin akışına müdahale edebildiğimi mesela. STK'larla ilgili her işin yalan olduğu gerçeği yanında şu da bir gerçek: benimki daha az yalan!

İşimi sevdiğime, iki yıl boyunca hiç "pazartesi sendromu" yaşamadığımı farkettiğimde karar verdim. Oysa bir pazar günü buz gibi olan ofiste, eldivenle ücretini almayacağım bir fazla mesai yaptığım sırada ya da sabahın beşinde havaalanına yetişmek için uğraşırken yolda kaldığımda şikayet etmediğimde bunu farketmiş olmalıydım. Ama hayır. Hemen herşeyi geç algılama özelliğimin bir anlamı kalmazdı o zaman. Eski işimde her günümün "pazartesi" olduğunu anlamam da neredeyse iki yılımı almıştı mesela. Okula gitmek istemeyen çocuklar gibi mızmızlanıp, her fırsatta önce kendimi kandırmak için hastalıklar uydurmam bile mutsuzluğumu algılamama yetmemişti. Gözümü açıp "ben ne yapıyorum" dediğim an kaçmıştım ofisten zaten. Bir daha da uğramadım. (O kadar da hakimimdir hayatıma. :P)

Bu kadar lafı şunun için ettim: tatilden döndüğümden beri işe gitmek istemiyorum. Hala çok sevdiğim insanlarla çalışıyorum, hala çalıştığım konular çok eğlenceli (değişen bir şey yok yani) ama içimde önüne geçemediğim sonsuz bir "evde oturma" arzusu var! Merak ediyorum, acaba bu yine geç farkedeceğim bir sıkıntı mı, yoksa basit bir "tatil sonrası sendromu" mu?

Bazen kendime akıl sır erdiremiyorum..

Pazartesi, Ağustos 15, 2005

Tatil



Tatilden bir şeyler beklemeyince memnuniyeti artıyor insanın.. Yeni şeyler, hatta sürprizler bile daha çok mutluluk veriyor sanki o zaman. Bu sene, kendi adıma, fazla bir beklentim yoktu tatilden. Heyecanlar, keşifler, mutluluklar peşinde filan değildim yani.

Biraz yol-culuk, biraz deniz ve sevgilim.. Tüm istediğim bu kadarken fazlasını buldum. İlk kez gidilen bir yer, ilk kez yapılan ve hayatımı değiştirecek bir aktivite.. İlk kez yediğim iki yemek (akya balığı ve kum karidesi).. çok çok yol.. ve sevgilim..

Ama döndük sonuçta..

Geç kalmış bir başlangıç..