Pazar, Ekim 30, 2005

the hitchhiker's guide to the galaxy ve uyarlamalar hakkında bir çift söz


Senaryoları romandan uyarlanmış filmler izlemek, beni hep huzursuz eder. Kitabı okuyup, hele bir de sevmişsen, filmini izlemek işkence olabilir insana. Hayır hayır, hikayeyi bildiğin için değil; çok hoşuna giden detayları filmde göremediğin için mesela. Ya da nasıl çekileceğini çok iyi bildiğin bir sahnenin "nasıl çekilemediğini" izlemek zorunda kaldığın için. Uyarlamalar zordur vesselam. Yönetmen için de, izleyici için de.

"Çeviri kadın gibidir, güzelse nadiren sadıktır, sadıksa nadiren güzel." sözü uyarlamalar için de söylenebilir bence. Tabii herkes Peter Jackson olsa, tüm uyarlamalar da Lord of the Rings tadında olurdu ya, neyse.. Ben şimdi aslına sadık olmayan, ama güzel bir uyarlamadan bahsedeceğim.

İlk defa bir romanı okumadan önce gidip filmini izledim ve itiraf edeyim mi: çok beğendim. The Hitchhiker's Guide to the Galaxy, benim gibi İngiliz tarzıyla barışık biri için eğlenceden fazlasını ifade ediyor. Hmmm, siz Turkleğ nasi diyorrr, "tanıdık". :)

Öyküdeki, ancak kitabı okuduktan sonra anladığım farklılıklar, filmi inanılmaz eğlenceli kılmış. Düşünsenize.. Bir partidesiniz, yıllardır aradığınız hatunu bulmuşsunuz, ama yeterince cesur ol-a-madığınız için partide onu birine kaptırmışsınız. Bir kaç gün sonra eviniz bir otoban yapımı için yıkılmak üzereyken eski bir arkadaşınız geliyor ve kendinizi önce tuhaf yaratıklarla dolu bir uzay gemisinde ölüm tehlikesiyle başbaşa buluyorsunuz. Tam kurtulduğunuz anda dünyanın yok edildiğini ve dünyalı bir kavram kalmadığını öğreniyorsunuz ve tataaaaaaam.. Sizi kurtaran bir başka uzay gemisinde, hayatınızın kadını -tesadüfen- sizi bekliyor.. Onu partide sizden çalan adam da, yanında hediyesi.

Kitapta pek üstünde durulmayan bu aşk hikayesi, filmin bel kemiği olmuş, iyi ki de olmuş. Kitap daha çok, bürokrasiye ilişkin bir hiciv aslında. "Yönetişim"le dalga geçişi, ayrıca takdiri hakediyor. Herkesin ilgisini çekmeyecek bir konu olmasına rağmen, yalnız İngiltere'de değil, dünya çapında çok tanınmış ve satmış olması da ilginç tabii. Uluslar ve uygulamalar arasındaki benzerlik kadar, kadın erkek ilişkilerinin evreneselliği de bu popülariteyi desteklemiş olabilir. (Kadın değil miyiz, her yerde aynıyız!)

Hem kitabın, hem de filmin manik-depresif (ve her nedense sürekli depresif) robotu Marvin benim favori karakterim. Sürekli bunalımda olması ve hiçbir şeyden memnun kalmaması, bana tanıdığım bazı kişileri çağrıştırıyor, çok eğleniyorum. :)

Marvin'in yukarıdaki şirin görüntüsü ise her iki bilgisayarımın da duvarkağıdı.

Pazar, Ekim 16, 2005

kansızlık


Perşembe günü Bicim'e eşlik etmek üzere hastanedeydim. Hazır hastanedeyken soğuk algınlığım için bir doktora görünmek istedim. Bicim sırasını beklerken, ben de bana gösterilen odaya girdim ve çığlıklar atan bir doktorla karşılaştım. :) Aramızda hemen hemen şöyle bir diyalog gelişti..

- Ay hanımefendi, nasıl ayakta durabiliyorsunuz böyle, uzanın hemen şuraya, uzanın uzanın..
- (Gülerek ve bir yandan uzanarak) Şeyyy, ama benim yalnızca burnum filan.. Yani üşütmüşüm galiba..
- Ne zamandır böylesiniz?
- Nasılım?
- Bembeyaz..
- Hmm, kendimi bildim bileli galiba.
- Çarpıntınız oluyor mu?
- Hayııır.
- (Düşünceli) Ama olmalı. Hmmmmm, (karnıma bastırarak) burası ağrıyor mu?
- Hayııır.
- (Endişeli) Ama ağrımalı. Size acilen kan tahlili yapmamız lazım.
- Ama ben iğneden çok kork..
- (Beni aynaya sürükleyerek) Bir bana, bir de kendinize bakın allah aşkına. Tamam, ben biraz kırmızıyım ama, siz de biraz hayalet gibisiniz, aaaaa..

Neye niyeeet, neye kısmet tabii. :) Fobi sahibi yetişkin bir insan olarak bütün gece korkudan uyumayıp, sabah ilk iş kendimi Elida Hemşire'nin kollarına bıraktım. Hayatımda ilk kez (vurgulayayım, ilk kez) ağlamadan, zırlamadan, bağırmadan, bayılmadan kan alındı kolumdan. Elbette övüneceğim, büyük başarı çünkü! Akşam görebildiğim sonuçlar, kısaca bir gözümün toprağa baktığını söylüyordu. "Alt" seviye olan 8'e ulaşmak için yaklaşık üç torba kan nakli yapılması gerekiyormuş! :P (Bendeki değer 2,97) Neyse, üç ay boyunca her gün ilaç kullanacağım, üç ayın sonunda tekrar bakacağız duruma. Sonradan çok iyi, azıcık medyatik ve azıcık da sosyetik olduğunu öğrendiğim doktorum, tüm direnişime rağmen haklı çıktı yani. Beni ikinci görüşünde, adamın bakış açısını değiştireyim, beni çok solgun görmesin diye makyaj bile yapmıştım halbuki.

Şimdi.. Madem bu kansızlık konusu bu kadar önemli, bende gani gani mevcut olan belirtileri buraya yazayım da, eş dost faydalansın, değil mi? Daha detaylı bilgi için, bu yazının başlığına tıklayabilirsiniz.

1. Ne kadar dinlenirseniz dinlenin halsizseniz,
2. Üşüyorsanız, (özellikle el ve ayaklar)
3. Nefes darlığı çekiyorsanız, (bende bu yoktu mesela)
4. Çok seyrek de olsa çarpıntınız oluyorsa,
5. Renginiz soluksa, (parmaklarınızı tutup elinizi geriye doğru esnetin, avuç içinizdeki çizgiler sağlıklı bir insanda koyu kırmızıdır, bende renk değişmiyor, hep beyaz, hep beyaz)
6. Tırnaklarınız çabuk kırılıyor, ağız kenarınızda çatlaklar olşuyorsa,

beni arayın! Ben de size kansızlıkla mücadeleden sorumlu devlet bakanının ismini vereyim. :)

------------------Edit----------------

Sevgili Ülkem'in katkılarıyla (teşekkür ederim canım benim) buraya bir link daha ekliyorum. Annede demir eksikliği, bebekte zeka geriliği olarak geri dönüyormuş.

önce özetler..

İyi ki annemleri göremedim diye sızlandım. Ankara'da günübirlik katılacağım toplantı, iki güne yayıldı ve ciğerimi söktü! Doğrudan kurumumu hedef alan konuşmalar, beceriksiz bir organizasyon, cahil katılımcılar, o yorgunluğun üstüne iki gün üst üste havaalanından (şehrin bir ucundan) eve (şehrin öbür ucuna) gitmek, soğuk hava filan derken, neye uğradığımı şaşırdım. Bizimkileri (nihayet) görmek güzeldi tabii.

Kaçınılmaz son: hasta oldum.. İşe gidemediğim bir tam gün ve doktorda geçirdiğim iki yarım günü sayarsak, iş açısından pek verimli geçmedi haftam. İşle ilgili canımı sıkan başka konular da var üstelik..

Haftasonumuzsa sakindi. Cumartesi akşamımızı renklendiren Bamsı Beyrek'i saymazsak, televizyonun ve bilgisayarın başında, olmadı yatağın içinde gerinip durduk. Film arşivimizdeki izlenmemiş filmleri azalttık. :) Bu aralar ruh halimize uygun film bulamadığımızı farkettik.

Ha, bir de.. Kuzusarması'nın bilgisayarına virüs bulaştırdık!

Pazartesi, Ekim 03, 2005

evlilik

Evlilik, aylardır görmediğin annenin ve babanın yaşadığı kente gidip, onları yalnızca iki saat görebilmek demekmiş.