Cuma, Mart 31, 2006

Modigliani beni çizseydi..


Modigliani, beni biraz içmiş, biraz coşmuş da durulmuş bir halde çizseymiş, yandaki gibi olacakmış resmim. Ben demiyorum, şunlar diyor. Mutlaka deneyin. Kuzusarması gönül rahatlığıyla benimle yaşlanacağını, yaşlı halimin hiç fena görünmediğini söylüyor mesela. :) Daha ne olsun! Bir "internet oyuncağı"ndan bundan fazlası da beklenemez zaten.

Edit: Modigliani insanları içmiş filan çizmiyor canım, geçen seneki doğumgünümde çekilen bir fotoğrafı kullandım da, o sebeple. :)

Pazartesi, Mart 20, 2006

winter rose


Precious winter rose, beautiful and rare,
Precious winter rose, in a garden there..

Now there's only thorns in the garden there,
All of the petals are tattered and torn,
Scattered everywhere..

And the hand that crushed the winter rose was mine..

Pazar, Mart 19, 2006

kolonoskopi..

Bi burnum kaldı herhalde içine hortum sokulmadık! Neyse, haberler iyi. Sonuçlar temiz.

Endişeye mahal yok. :)

Pazartesi, Mart 13, 2006

kuzu, sosis ve bisküvi..

Hayır hayır, başlığa bakıp dünyanın en felaket menüsünü anlatacağımı sanmayın, burayı bir "yemek tarifleri alacakaranlık kuşağı"na dönüştürmeye de hiç niyetim yok ayrıca. Ama doğru, bu yazının anahtar kelimeleri bunlar, ne yapayım?!

Şimdi bu sefgili kuzusarması insanı , beni "kuzu" diye çağırıyor. Ben bunu gereğinden fazla Discovery Channel ve NG izlemesine bağlamıştım başta. "E adam bakıyor timsahlara, bakıyor zürafalara, en çok benzediğim hayvanın ismini -eh- "biraz sevimlileştirerek" bana takıyor. Makul." diye düşünmüştüm. Ama sanırım yanılmışım, çünkü yeni bir şey farkettim.

Bana bir hayvanın adını takan bu insan evladı, eğer üzerinde sosyal bir baskı yoksa (etrafında ağır abiler filan dolaşmıyorsa yani) kedileri "püsküüüt" (bisküvi manasında), köpekleri "ssosiisss" (peltek bir şekilde uzatarak 'sosis' deyin, işte o ses) diye seviyor. Bu durumda benim Discovery teorim de çürümüş oluyor, bu adam BBC Prime'da yemek programı ya da Alice filan da izlemez ki, bu sosisle bisküviyi manalandırılalım.. İşin gücün yoksa yeni bir fikir üret şimdi!

Beni böyle derin düşüncelere sevk ettiği için kuzusarması beyefendiyi şiddetle kınıyorum bu arada. Bizim de bir işimiz ve hatta gücümüz var herhalde.

Cuma, Mart 10, 2006

ipne kovboylar!

Dün gece izledik sonunda. "Filmin adı korsanda ibne kovboylar olmuş", "hayır efendim onlar aslında kovboy değil çobanmış" tartışmalarını gölgede bırakacak bir isim koyma çalışması ile üstelik: "Gay Dağcılar"! Ben bunu başta bir "korsan güzelliği" zannedip kızdım hatta, "filmin bir adı var zaten, 'Brokeback Dağı' de; hadi demedin, isim uyduracağım diye tutturdun, tamam kibarlık edip ibne değil gay dedin, aferin, ama o dağcılar nereden çıktı, ne alaka" diye. Ama bu sabah öğrendim ki salonlar boş kalmasın diye distribütörler filmi bu isimle vizyona sokmayı düşünüyorlarmış. :) Gay dağcılar, şaka gibi, değil mi.. Bu zihniyet, "The Magdalene Sisters"ı "Günahkar Rahibeler" ismiyle vizyona sokup, bir sürü sakalı bıyığı birbirine karışmış abinin "eee, bu film bizim beklediğimiz gibi çıkmadı" diye 15. dakikada salondan çıkmasına da sebep olmuştu, hatırlıyorum. Ne yapalım, canımız sağolsun, allah o abilere denk getirmesin. :)

Filme dair söyleyecek fazla (iyi) sözüm yok. Devamlılık sorunu var biraz. Filmin başında senaryoda boşluklar var, sonu ise lüzumsuz uzatılmış. Tamam, fotografik enfes kareler var, konu da iyi. Ama o kadar. Sevişme sahnelerinden bile çok radikal/etkileyici görüntüler ummayın, erkekten çok kadın memesi göreceğinizi unutmayın. Çok uzun bu arada aklıma gelmişken, 128 dk. galiba. "Belki o kadar uzun olmasaydı" dedi Serkan "severdik bile biz bu filmi. Bitsin artık diye beklemezdik." Bilmem, belki. Bildiğim şey Ang Lee'nin beni biraz hayal kırıklığına uğrattığıdır, eh, Akademi'nin de öyle tabii.
Tekniğine filan girmeden tek cümleyle özetlesem filmi, "kırık dökük bir aşk hikayesi" derim. Kadınların, sevgi böceklerinin seveceği türden "imkansız" bir aşk hikayesi. O kadar.

Eşcinsellikle bir sorunum olmadığı için bende öyle sarsıcı bir etkisi filan da olmadı. Bu kadar homofobik tipin arasında nasıl etkilenmiyorum bilmiyorum ama yok bir sorunum işte. İsmi lazım olmayan bazı arkadaşlar, filmi izlerken koltuğun öbür ucuna kaçtılar kimse onlara dokunmasın diye. (Bazı arkadaşları tenzih ederim, onlar sevgililerinin karaciğerlerini bile görecek kadar yakın oturuyorlardı nitekim. 'Yeni' olmak güzel bir şey vesselam! Ne sıcak, ne homo sanılma korkusu, sana dokunmadan oturma korkusu..) Bir de film sonrasında erkek kısmının gece öpüşmeksizin ve hatta eldivenle tokalaşarak vedalaşması vardı ki, kelimelerle ifade etmek zor. Bunlara ilaç/ceza olsun diye günde üç kere Almodovar filmi izlettirmek lazım ya, neyse..

Salı, Mart 07, 2006

arıza çıkarmak ya da mız..

"Arıza" olmak kadına özgü bir şey mi? Kötü olalım, başta sevgilimiz olmak üzere tüm dünyaya kötü davranalım diye bir şey mi dürtüyor bizi acaba? Soruyorum Serkan'a,

- "Begüm'le birlikteyken durup dururken kavga çıkarmak istiyor mu canın?"
- "Yoo.."
- "Bozuk atmak? Kapris yapmak? Surat asmak?"
- "Durup dururken mi? Manyak mıyım ben?!"

Hadi bunlar yeni, 6 senelik kuzusarması'na soruyorum, başını gazetesinden "ne alaka" der gibi kaldırıp lütfen "hayır" diyor; doğru da söylüyor üstelik, değil arıza çıkarmak, huysuzluk bile yapmıyor ki bu adam! Onu düşünüyorum, bunu düşünüyorum, ı-ıh. Bizim ekibin erkeklerinden malzeme bulamıyorum.

Aynı soruyu Tülay'a soruyorum, "bazen" diyor gülerek. Kurbiş de "batıyor sanki bazen her şey" demişti sorduğumda. Adı lazım olmayan bazı kankaların cevap vermelerine gerek bile yok: Onlar arıza olmasalar da, doğru düzgün giden şeylerde arıza çıkarmak konusunda mimliler zaten! Ben? Hmmm, ben. Dürüst olmak gerekirse arıza düğmem doğuştan "on" benim, sanırım anneme çekmişim. :)

Neden olduğunu sorgulamaksızın yarattığım bu tatsızlıklara "mız" diyoruz artık kendi aramızda. Bunca yılın sonunda "neyin var?" sorusuna bebek gibi "mızım ben" demek, o anki mızlık ölçüme göre belirlediğim süre boyunca sevgi gösterisi beklemek ve canım isterse gördüğüm her türlü ilgiyi reddetmekte özgürüm. -Tabii çok uzatmamak kaydıyla. :P- Bu özgürlüğü de, tüm iyiliklerin anası kuzusarmasına borçluyum! Değişmeli miyim diye sordum bu melaikeye şimdi, "o kadar da umursamıyorum yahu, takma kafana" dedi bana. Üzülsem mi, sevinsem mi.. Mızzz..

Arıza olmanın yanı sıra, çok kıymet verdiğim bir arkadaşımın "üstüne basarak" söylediği gibi "terörist, olmadı feminist" kılıklıysam bittim asıl ben. Kuzusarması da öyle. :D

Perşembe, Mart 02, 2006

Neden geldim İstanbul'a.. -3-


Martılarla arkadaşlık etmek için..

Neden geldim İstanbul'a.. -2-


Yolumun manzarası için..

Neden geldim İstanbul'a.. -1-


Evimin manzarası için..

Komşu

Ev alma komşu al demişler ya, az demişler. Ev kiralarken ne yapacağız, di mi?! Hatta bence misafircilik oynarken bile "komşu testi" yapmak lazım gidilecek yere. İki lafın belini kıramadan döneceksek, birsürü yol tepmeye ne gerek var???

Halihazırda askerde olan züppe komşumun kendisi kadar saygısız zibidi ağabeyi, tepemde çığlık çığlığa hatun kovalamasaydı yazmazdım bu yazıyı, o ayrı. Kuzusarması'nın umrunda değil gürültü. Sızdı o, feci sarhoş. :)

Tanrım, ne apartman!