Salı, Temmuz 17, 2007

kısa kısa, ama uzun..

Kısa kısa yazayım dedim ama bakalım sonu nereye varacak. :)

gecede balonlar
- Doğumgünü kutlamalarım 40 gün-40 gece sürdü hakikaten! Kuzusarması geçen sene yazdıklarımı yanlışlamak istercesine önceden planlanmış, ciddi bir süpriz yaptı bana. Her zamanki gibi sahilde gezeceğimizi sanırken ben bir tekneye attı ve Lacivert'e götürdü. Tekne gezintisinin kendisi bile yeterdi bana aslında, ama o yetinmedi. Çok mutlu etti beni. :) Hava karardığında, masamıza tatlı yerine benim için yaptırdığı doğumgünü pastası geldiğinde gözlerime inanamadım. O inanamadığım gözlerle bütün akşam ağladım. Sevinçten. :) 10 yıl kutlama yapmasak da olur bundan sonra, sevgili benim için önceden uğraşıp organizasyon yaptı ya, ölsem de gam yemem artık. :) Valla. Gerçi "içimdeki kadın" rahat durmuyor, "madem yapabiliyordun be adam, beni niye üzdün bunca yıl" diye bağırasım geliyor, ama buldum bunamayayım di mi.. Evet, uslu durayım ben. Hatta buradan kendisine teşekkür edeyim. Teşekkür ederim aşkım.
Ebru 30 yaşında!!! :)
- Bir sonraki gün planlı programlı yemeğimiz vardı. Refik'te oturduk, yedik, içtik, demlendik. Orhan Gencebay CDlerim -batsın bu dünya, nı nıı-, kalpli balonlarım -evet, yaptık, ne var?!-, kitaplarım, yastığım, geceliğim,sev-dik-le-rim ve ben eğlendik. Ayşegül delisi benim için afiş bile hazırlamıştı. :) Arkadaşlarıma doyum olmaz, ama kutlamalarda -bundan kısa bir süre önce de evlilik yıldönümü kutlamıştık nitekim!- "doz aşımı" seviyesine geldim nihayetinde. Ya bu kadın milleti hiç bir şeyden mi memnun olmaz?! Allah beni bildiği gibi yapsın.. :)

- Sonraki hafta "sanal" arkadaşlarımla :P buluştuk. HMFciğim şurada yazmıştı, okumuşsunuzdur belki. Toti, hmf, crick ve ben bir delilik yapıp bir araya gelelim dedik. İyi ki de yapmışız. :) Çok güzel bir akşam geçirdik.
hmf aslında daha güzel!
Ben herkesten önce gittim olay mahaline. ;) Beni zorla bir masaya oturtmaya çalışan garsona "arkadaşlarıma bakıyorum, gelmiş olabilirler" dediğimde farkettim aslında ne yaptığımı, hiç tanımadığım insanlarla buluşuyordum! :) Nitekim bütün masalara eğilerek bakıp "acaba bu crick mi, yok yok, şu hmf olabilir mi, ay totinin hiç fotoğrafını görmedim ki" filan derken oturdum bir masaya, "en kötü ihtimalle araşırız" diye. Sonra geldiler, önce crick ve hmf birlikte, sonra toti. Valla bunlar yazıştıkları gibi konuşuyorlar. Konuşurken, paylaşırken, eğlenirken sınırları yok. Oldukları gibiler, o yüzden çok kolay oldu iletişim kurmak. :)
crick de aslında daha güzel!
En komiği birbirimize ismimizle hitap edemeyişimiz oldu. :) Ben en çok hmf'ye adıyla seslendiğime sevindim, hmf demek çok zor, hidro filan demek de çok garip. En garibi birbirimiz hakkında biraz daha ipucu edinmek için "ay sen ne iş yapıyorsun, ailenle mi oturuyorsun" gibi manasız sorular sormaktı. En çekindiğim -evet itiraf ediyorum- toti'nin "ağır abla" çıkması, hatta oraya benim nasıl biri olduğumu görmek ve kızları tanımadıkları biriyle yalnız bırakmamak (oha abarttım!) için gelmiş olmasıydı ama hiç korktuğum gibi çıkmadı. İyi bile anlaştık. ;) Onların bunca zaman içinde gelişen ortak dillerine bile dahil oldum gibi bir ara. ;) Buluşmasaydık, toti gibi akılcıyken de eğlenceli; hmf gibi güleryüzlü, dürüst (ve iyi araba kullanan :)); crick gibi melek, yumuşacık birileriyle tanışmamış olacaktım. Geç oldu, son olmasın..
* Fotoğraflar kötü biliyorum ama çok içten, koydum ben de.. Kızmayın. Bu arada Defneciğim, otomatik makineyle çekildi bunlar, Canon için çanta bulamadım hala, pek sokağa çıkaramıyorum o yüzden. Sen de kızma bana.

* Toti kendi blogunda kendisinin hiç fotoğrafını koymadığı için saygı gösterdim ben de koymadım. Fikrini değiştirirse mutlulukla eklerim. ;)


-Biz artık çocuklu bir aileyiz! Gerçekten. Yok yahu, hamile filan değilim. Hatta bu çocuk epeyce gelişkin geldi evimize. Benim haylaz kardeş yetenek sınavı ile girilen üniversitelere hazırlanmak için bizde kalacak bir süre. Şişme yataklı, üstelik güneşin içine doğduğu bir odası, valizden ve tek raftan mütevellit bir gardrobu olsa da şikayet etmiyor şimdilik. Ben de memnunum halimden valla. Temiz, derli toplu. Marketten paketleri taşıyor, biz evde yokken su söylüyor, kapıya bakıyor. İnsan çocuğundan daha ne bekler! Belki bir de onu öptüğünde yüzünü buruşturmamasını.. O da olur herhalde zamanla. :)
abla değil miyim, öperim de, severim de!
-En son olarak bir şarkı koyacağım buraya crick için izninizle. Ben çook çok seviyorum bu şarkıyı. "Geç buldum, çabuk kaybettim" olmasa da idare edeceğiz artık.. Gitmesen olmaz mı yahu?! :(

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

sigara..

Ben sigara içmem..

Daha 12 yaşımdayken babam beni karşısına çekti, "sen" dedi, "fazla onurlu bir çocuksun, denersin şimdi arkadaşlarınla, başın maşın döner, utanır dünyayı kendine dar edersin. Gel, ilk sigaranı benim yanımda iç!". Kendisi yatılı okulda yasakları delmenin keyfiyle sigaraya başladığı için olsa gerek, bana bu konuda hiç yasak koymadı. Ben de içmedim. Denemedim bile! Görünüşte iyi bir anlaşmaydı, gerçek bir "win-win", herkes kardaydı.

Tamam, sigara içmek güzel bir şey değil, ama şimdi düşünüyorum da, bu benim adıma büyük bir hataydı da aslında. Ancak 18 yıl sonra farkettim ki, reddetmeden önce hiç olmazsa denemeliydim. Ne olduğunu bilip öyle istememeliydim. Veya istemeliydim belki! Her koşulda daha çok merak etmeliydim. O zamanlar çocuktum tabii, bugünkünden biraz daha eksiktim, biraz daha idealist, biraz daha korkaktım.sigara
Ben sigarayı sevmem, ama -kendime itiraf etmem zor olmuş olsa da- en sevdiğim fotoğrafım budur. :) Elimde içmediğim halde tuttuğum puro, ağzımdan içime çekmediğim için darmadağın çıkan dumanlar ve ben! (Üniversitede bir arkadaşın arkadaşı beni görüp "abi tam keş tipi var bu kızda" demişti. Benim sigara ve -onun düşündüğü miktarda- içki içmediğimi duyunca da şok olmuştu! Hala hatırlar eğlenirim. :)) İnsanın -her zaman- tutarlı olamayacağını farkedip kendisiyle barışması bir erdemmiş nitekim. :) Herkese gösterdiğim anlayışı kendime gösterememek hep en büyük sorunum olmuştur zaten. Kalıpların içinde yaşamaya çalışıp, "hmmm, ben böyle biri değilim, olmamalıyım" deyip, istediğim/içimden gelen şeyleri yapmamın önünde en büyük engel oldum kendime. Çözümün kendimi sevmek, olduğum gibi kabul etmek ve kendime kulak vermek gibi kolay bir şey olduğunu 21'imde bilseydim, bir çok olayı daha rahat atlatırdım kuşkusuz. Ama işler öyle yürümüyor, büyümek sahiden zaman alıyor. :)

Sigara içenleri de sevmedim bir dönem. Ama en zorunu sevdiklerim sigaraya başladığında yaşadım, ne yapacağımı bilemedim! Bana benzeyen insanların benimkilerden farklı tercihler yapabileceğini çok geç öğrendiğimden olsa gerek, uzun dönem hayatlarını zorlaştırdım -gereksiz- müdahalelerimle. Kimseye bu mereti bıraktıramama rağmen "eylemlerime" devam ettim. Başarana kadar denemeyi küçücükken öğrenmiştim çünkü. Başkalarının tercihlerine saygı duymanın ne demek olduğunu ise ancak ilk gençliğimden sonra kavrayabildim. "Bunun bir hata olduğunu söyledin mi? Anladı mı? Mutluysa adamı bırakacaksın kardeşim!" Şimdi olsa "17 yaşımdaki ben"e böyle seslenirdim. Ve büyük ihtimalle kendimi dinlemezdim. :) Ne kadar çırpınırsan çırpın, herkesin kendi deneyimlerini yarattığını öğrendiğimde 20'lerin sonuna gelmiştim. :)



Ben sigara içmem, -gerekli mi böyle bir sınıflandırma, bilmiyorum gerçi :P- ama en sevdiğim Şebnem Ferah şarkısı "Sigara"oldu hep. Üstelik şarkıdan farklı olarak, kibritin hiç yanmayan ucunun da acı çekebileceğini, sigara dumanının altında yanan kısmının da olup bitenlerden sorumlu olduğu keşfettim. Aferin bana, iyi bok yedim.

Tüm bunlar ve sanırım biraz daha fazlası için :) 30 yıl gerekti. Bugün benim doğumgünüm. 30. doğumgünüm. Yıllardır herkese -en çok kendime- söylediğim "sevdiklerin de seninle yaşlandığı sürece, yaşlanmanın nesi kötü olabilir" sözüne inat, beni günlerce düşündüren, geçmiş yılların bir muhasebesine iten ilk doğumgünüm. Şüphesiz sonuncu da olmayacak. 30. yaşımdan tek dileğim, bugün olduğu gibi, diğer muhasebe günlerinde de -bir avuç- sevdiğim insanla birlikte olabilmek. Hayatı yaşamaya değer kılan tek şeyin bu olduğunu biliyorum çünkü. Gerçekten benim olanın benim olduğunu, dünyanın en muhteşem hazinesinin benim bahçemde gömülü olduğunu keşfetmek için, -simyacı gibi- dünyayı dolaşıp onu aramak, maceralar yaşamak ve aradığını kaybetmenin ucundan dönmek gerekebileceğini öğretti bana çünkü hayat.

Hey hayat, bana ne öğreteceksen biraz çabuk olsan diyorum artık. Baksana, 30 yaşımdayım! :)

Pazartesi, Temmuz 02, 2007


Uykucu beni görmekten sıkılan arkadaşlar için küçük bir görsel değişikliği. :) Buralardayım ben, sadece sizi okumayı tercih ediyorum. Anlatacak çok şeyim var, ama -tembelim ben- tabii ki üşeniyorum. :)