Bu satırlar ofiste yazıldı..
İşimi seviyorum. Bazen ciddi ciddi işe yaradığımı bile hissediyorum, bir şeylerin akışına müdahale edebildiğimi mesela. STK'larla ilgili her işin yalan olduğu gerçeği yanında şu da bir gerçek: benimki daha az yalan!
İşimi sevdiğime, iki yıl boyunca hiç "pazartesi sendromu" yaşamadığımı farkettiğimde karar verdim. Oysa bir pazar günü buz gibi olan ofiste, eldivenle ücretini almayacağım bir fazla mesai yaptığım sırada ya da sabahın beşinde havaalanına yetişmek için uğraşırken yolda kaldığımda şikayet etmediğimde bunu farketmiş olmalıydım. Ama hayır. Hemen herşeyi geç algılama özelliğimin bir anlamı kalmazdı o zaman. Eski işimde her günümün "pazartesi" olduğunu anlamam da neredeyse iki yılımı almıştı mesela. Okula gitmek istemeyen çocuklar gibi mızmızlanıp, her fırsatta önce kendimi kandırmak için hastalıklar uydurmam bile mutsuzluğumu algılamama yetmemişti. Gözümü açıp "ben ne yapıyorum" dediğim an kaçmıştım ofisten zaten. Bir daha da uğramadım. (O kadar da hakimimdir hayatıma. :P)
Bu kadar lafı şunun için ettim: tatilden döndüğümden beri işe gitmek istemiyorum. Hala çok sevdiğim insanlarla çalışıyorum, hala çalıştığım konular çok eğlenceli (değişen bir şey yok yani) ama içimde önüne geçemediğim sonsuz bir "evde oturma" arzusu var! Merak ediyorum, acaba bu yine geç farkedeceğim bir sıkıntı mı, yoksa basit bir "tatil sonrası sendromu" mu?
Bazen kendime akıl sır erdiremiyorum..
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home