kadın olmak, kuzu olmak, anne olmak..
Kadın olmak ne tuhaf şey! Ne dersen de, kendini bir yerlerde ele veriyorsun. Ben öyle tüylü saçak pembeleri, klişe kırmızı kalpleri filan sevmediğimi söylemeyi, nasıl biri olduğuma dair bir işaret vermek olarak gördüm hep. "Ay ne o öyle, odasında boğulacak gibi oldum, o peluş ayıcıklar, o pembe çerçeveler, ıııy.." bile dedim bazen kendimi tutamayıp - çoğu içimden de olsa :)-! Hoş, hala bunalıyorum mesela otrişli masa aksesuarlarından, oysa kabul etmeliyim: Bunlar kadın olmanın bir parçası! Burada olmasa, başka bir yerde fire veriyorsun. Elinde değil, kadınsın!
Peluş oyuncaklara bunca laf eden ben, itiraf ediyorum, bunların düzenli bir alıcısıyım artık. Ben de nihayetinde bir kadınım işte, erkeksi bir rahatlığım olması neyi değiştirir! "Benimkiler pek karakterli, öyle ellerinde kırmızı kalp, önlerinde i love you yazan kart yok" diye kandimi avutsam da nafile! Kitaplıkta bir rafı onlara ayırdığımızdan beridir daha huzurluyum sanki. :) Bu oyuncakların içinde son dönemin en sevgilileri, bana hediye edilmiş olan iki beyaz kuzu.. Kuzusarması bana böyle hitap etmeye başladığından beri, ismimden daha çok duyduğum bir kelime oldu "kuzu". Kendim kadar da çok gördüğüm bir şey olmaya başladı. :) Başucumda, kitaplığımda, masamda, anahtarlığımda.. İşte, buyrun bakalım, ne farkım kaldı duvarında pembe tüylü ayna asılı hanım kardeşlerimden?!
Neyse, hiç evcil hayvanı olmamış ve hayvanlar için deliren biri olarak bundan yıllaaar önce, "tavşan sevceeem ben" diye tutturmuştum. Zavallı kuzusarması, yeni tanışmış olmamızın getirdiği bir şevkle biraz da herhalde :), beni taaa hayvanat bahçesine götürmüştü sırf gönlüm olsun diye. Üç senedir her bahar "kuzu sevceeem ben"lerime mi, yoksa her yaz " bi kuzu sevdirmedin bana"larıma mı bilmiyorum, bir şeyime dayanamadı ve bu sefer beni 300 km. uzağa götürdü: Kuzu sevmeye!
Bir yaratık bu kadar mı sevimli olur, bu kadar ürkek.. Yavrular her yerde yavru işte, onca yolu sadece o an için gitmemize rağmen, öyle hızlı çarptı kalbi, öyle acı çağırdı ki annesini, onları üç dakikadan fazla ayırmaya kıyamadık. Sonra annenin gelip yavrularını (ikizlerdi) almalarını izledik. Birbirlerine seslenişlerini, annenin koklayarak yavrularını altına çekişini, "neden yanımda değildiniz" dercesine biraz kızgın onları sürükleyişini, yavruların annenin arkasından biraz suçlu, biraz mahcup yürüyüp gidişlerini.. Anlayacağınız, o üç dakikaya bir ayrılış, bir de kavuşma sığdırdık.
Kocaman "titrek" bir anım oldu benim de böylece. Unutulmaz, mutlu bir anı.
2 Comments:
Sana sarıldığımda senin de öyle titrek çarpıyor kalbin işte.
Tüm kuzular bir yana, dünyanın en güzel kuzusu sensin. Ben de her daim kuzu sarması tabii haliyle...
Ay sus, sus! Gören de "sevgi böcüğü" sanacak bizi. :P
Ama her daim "meee" tabii bir yandan da. :)
Yorum Gönder
<< Home