Kuzusarması eve dön! Bak perişan oluyorum yokluğunda. Gerçekten. Kim engel olacak aynı şarkıyı bin kere dinlememe? Kim damlatacak gözüme ilaçları? Karanlıkta korktuğumda kim bana sarılıp, garip bir ses tonuyla konuşup beni daha çok korkutacak, ha kim? Kim? Soruyorum sana.. Dön, valla bir şey yapmayacağım. :) Yeter ki dön.
Hem sen yokken sapıtıyorum ben. Sadece 10 günlüğüne gittiğini unutup evimizin 'infak ve iaşe' payını nereler-d-e harcıyorum bir bilsen. Edoş aradı pazar günü, "kaldır o koca kıçını, Kanyon'a gidiyoruz" dedi. (O böyle demedi -kibar kız-, demez, biliyorsun zaten. :) Olsun, -banane- ben böyle anladım.) İyi dedim demesine de, o daha bizim mahallede harcamaya başladı paraları. :) Neyse, cebimizde kalanlarla gittik Kanyon'a. Nasıl güzel bir yer yapmışlar, nasıl beğendim, anlatamam. Senin de havadar havadar, esnemeden gezebileceğin bir alışveriş merkezi var artık sevgilim. (Sevinç çığlıklarını duyar gibiyim.)
Açıkhavada laylay loyloy gezdik, sermayeyi kediye yükledik, acıktık. Yemek yiyecek bir sürü güzel yer varken ben dedim ki "Edoş, çok okudum, çok merak ettim,
Wagamama'ya gidelim mi?". Kırar mı beni hiç, gittik. Kapı kapalı. Allah allah dedik ama bir sürü de insan var kapısında, anlam veremedik. Baktık garsonlar oturuyor içeride (?), camda bir yazı, sürüsüne bereket açılış ve kapanış saati (?). Bir tane açılış saatine de 10 dakika var. Gezdik biraz daha, -insanlar bu arada hala sırada bekliyorlardı (?)- döndüğümüzde açılmıştı kapılar. Daha içeri girmeden elimize menüleri tutuşturdular ve bizi unuttular. :) Tam masalara yönelmiştik ki bir bağırış koptu "nereye gidiyorsunuz" diye. Aşkım, "o an terketseydin orayı" diyen sesini duyar gibiyim ama meraktan çok şey geliyor insanın başına, biliyorsun. :) Geri adım attık, bekledik, garson abiler bizi okul sırasından mütevellit masalara oturttular. Önce menünün yarısından fazlasının kalmadığını söyleyip (?), arkasından seçimimize müdahale etmeye kalktılar. (Yönlendirmeyi kabul ediyorum, herkes nereden bilecek soba ne, tappen ne.. İyi de benim baharat sevmediğini, acı yemediğini söylediğim arkadaşıma bir tabak acı soslu, zencefil turşulu yemek getirmek de nereden çıktı?) Edoş kahkahalar atarak -yi-
ye-me-
di tabağındakileri. Benim yemeğim daha iyiydi. Bildiğin -çok- noodle üstü minimum malzeme. Şu durumda ben Çin'i de, Japon'u da mutfağı ile yutmuşum be, evde pişirdiklerimin lezzetine bakılırsa! :) Hesabı isterken korktuk, ya şimdi "kredi kartı ha, utanmıyor musunuz" diye üstümüze yürürlerse diye! :) Alman Lisesi'nde okumadım malum, ama anlatılan disiplin hikayelerinin doğru olduğunu varsayarak "burası Alman Lisesi'nin yemekhanesi" diye düşündüm. "Biraz sonra tırnaklarımıza da bakacaklar".
Japonların -senin o çok sevdiğin- psikopat
Ichi'leri filan böyle çıkıyor işte. Yiyorlar böyle korka korka yemeklerini, bastırılmış duyguları yüzünden sonra milletin kolunu bacağını da mideye indiriyorlar. Allah sonumuzu benzetmesin.
Anlayacağın, yokluğunda sado-mazo bir deneyim yaşadım sevgilim.
Dönünce seni de götüreceğim, bu deneyimi birlikte yaşamamış olmayalım diye. De.. Korkuyorum. Ya seninle gittiğimizde her şey yolunda giderse? Ya tadamadığımız yemekler deli güzelse? Ya o minimalist oturma düzeni, açık mutfak seni çekerse? Söylemiş miydim: Korkuyorum.