Cuma, Ocak 29, 2010

rahel evden bildiriyor..


Bu sabah kahvaltımı sütlü irmik tatlısıyla yaptım.

Evde olmanın -ya, evet, işe gitmiyorum artık ben- en b.ktan tarafı bu herhalde. Bir yerden sonra insanın kahvaltıda bir parça peynir, iki zeytin çıkarıp tabağa koymaya bile hevesi kalmıyor. Ki ben yalnızken bile sofra kurup yemek yiyen bir insan-d-ım. Düşünün artık. Sonra uyudum biraz Işık'la. Sonra kalktım. Annemle, babamla kameralı görüşme yaptık skype üzerinden. Yatağımızda mışıl mışıl uyuyan Simon yüzünden yatağı bile toplamadım.

Öğlen yeşil mercimek yemeği yedim.

Öğle yemeği de başka bir dert anasını satayım. Akşama yemek düşünmek yetmiyor sanki, bir de öğlen ne yiyeceğim diye düşüneceğim, ya da iki öğün aynı şeyi yiyeceğim. Hiç yeşil mercimek pişirmemiştim bugüne kadar. Sanıyordum ki Kuzusarması askerlik sonrası nefret ediyor bu yemekten. Etmiyormuş. Susuz pişirdim, onun sevdiği gibi. Ondan çok ben yedim. Küçük hanımın bitmek bilmez enerjisini harcayalım diye bin türlü oyun oynadım. Üç sayfa kitap okudum. Dvd oynatıcısına filmi koydum ama izleyemedim. Neyse ki Ayşegül'le konuştuk uzun uzun.

Akşam sahanda yumurta yaptım.

Evet öğünler karıştı biraz ama olsun. Kuzusarması akşam yokmuş, fırsat bildim, günü tersine çevirdim. Işık'ı uyuttum. Mutfağı topladım.

Tarçın çayı yaptım.

Radyoyu açtım. Bilgisayarın başına oturdum.

Kuzusarması gelip "bugün ne yaptın kuzum" dediğinde ona bu yazıyı okutacağım. Aynı yemeği arka arkaya iki öğün yemek zul geliyor ama son bir haftadır birbiri ardına böyle geçiyor günler. Sanırım biraz daraldım.*

"Ben" daralırken "biz" 10 yılı devirdik, "kızımız" da 6 ayı. Her şey ileri giderken ben geri gidiyorum gibi geliyor. Planları hayata geçirmeli. "Ben"e de biraz torpil geçmeli. ;)

*Şikayet ettiğime bakmayın, aslında keyfim genelde yerinde. Kar buz -İstanbul düşme rekorunu halen elimde tutuyorum!- diye biraz eve tıkıldım. Olan bu. Endişeye mahal yok.