Ben bir yalancıyım.
Gerçekten. Bu Pinokyo’dan bozma burun da bunun bir işareti olsa gerek. :)
Uzuuun, çok uzuuun zaman önce Haşmet Babaoğlu okurdum ben (hatırlıyorum). Okumakla kalmamışım, bazı yazılarını kesip saklayacak kadar önemsemişim de (unutmuşum). Annem, bu kış "evladım, şuna bak, ver ver bitmedi, hala döküntülerin var bu evde" deyip bir koli tutuşturdu elime. O koliden bir sürü alakasız şey (mıknatıslı birbirine yaklaştırınca öpüşen bebekler, bakır bir kildan, kurumuş papatyalar, başka çiçekler, pullar, envai çeşit kutu, fotoğraflar, çerçevelenmiş kartpostallar ve bir su tabancası) ile beraber parça pinçik gazete kupürleri çıktı. Bir kısmı Haşmet Babaoğlu imzalıydı. Atmadan önce
* şöyle bir göz gezdirdim yazılara. İçlerinden bir tanesi çok tanıdık geldi bana, gülümsedi. Başlığına baktım, "hayat maskelerle güzel!".
O yazıyı da attığım için –oğ yes beybi, onu bile tutmadım, bu kadarı da biraz fazla- aklımda kalanları yazmak durumundayım, affedersiniz değil mi? Şöyle bir şeyler anlatıyordu yazı:
Herkes "kendin gibi olmak"tan bahsediyor. Halbuki "kendin olmak" akıllara ziyan bir şey değil midir? Hayatı yaşanır ve zaman zaman güzel kılan şeyler maskeler değil mi aslında? Kendin olmak kabadır, maskeler zariftir. Kendin olmak kolay, maskelerle yaşamak zordur.Yazıyı okuduğumda bir ışık –belki de bir devre! :P- yanmıştı beynimde, hatırlıyorum. O zamandan beri itiraf edebiliyor, hatta talep ediyorum: Ben hayatı güzelleştiren, yaşamı eğlenceli hale getiren, incelikli yalanları seviyorum. Maskelerimi kullanıyorum ve etrafımdakilerden de aynı şeyi bekliyorum. Yalan söyleyemiyorsa, söylemek istemiyorsa ya da, en azından gerçekleri yumuşatsın istiyorum.
Aksi gibi, Kuzusarması ve ailesi "doğrudan olmak" konusunda bir ekoller. Başta sevgili olmak üzere, onlarla bir arada olmak arada bir gerçeğin soğuk duvarına çarpmak demek! Koca bir saat hazırlandıktan sonra "nasıl olmuşum?" sorusuna, "geçen haftadan bu yana kilo almışsın, o yüzden geçen hafta bu elbiseyi giydiğinde daha güzel olmuştu" cevabını duymak istemiyorum mesela. Ne ekersen onu biçersin diyorlar ya, ben artık buna pek inanmıyorum. :) Yıllarca "kendi anne babamdan başka kimseye anne baba diye seslenmem" diyen ben, sevgilimin annesine ağız dolusu "ağnneeeciiğğğim" diyorum ama, zor geçmiş bir günün sonunda eve gittiğimde Kuzusarması’nın bana bakıp "bu saçlarla 35 yaşında evde kalmış yönetici kadınlar gibi görünüyorsun" demesinin önüne geçemiyorum!
** :)
Gerçeklerle baş edememek değil, bazen baş etmemeyi tercih etmek. Zamanlamayı iyi yapabilmek bazen. Nerede kendin olacağını, dürüst olacağını, öylece, olduğun gibi konuşabileceğini belirlemek. Bazen kime karşı açık olabileceğini öğrenebilmek. Evet, oynamak, evet, ya-lan söy-le-mek, evet, bazen çok şizofren bir tavır, ama seviyorum kardeşim, istiyorum, var mı ötesi! İşte söylüyorum: Hayat maskelerle güzel!
Anlayacağınız ben yalanlarım ve Pinokyo burnumla mutluyum. Fındık burunlulara ve hatta Kuzusarması gibi inadına burunsuzlara buradan selam ediyorum.
**** Evet, hemen hepsini attım! Eskiden her şeyi saklayan ben, artık döküntülerden daralıyorum. Yine evet, eskiden sakladığım her şeye "geçmişim" diyordum, şimdi döküntü diyorum. Değişiyorum çünkü.. Gitgide Kuzusarması'na benziyorum! Bize Rahşan ve Bülent deyiniz.
**Eleştirilerden yoruldum, sıcaktan bunaldım, güzel arkadaşım
yok ki'yle buluşmamızın hemen ardından saçlarımı kestirdim bu arada.. Büyük ihtimalle gözlerimi devire devire kuaföre gidiyorum ben değimde bana inanmamıştı! İnanmış mıydın arkadaşım?
*** Bu kadar uzun süre ara vermek istemedim ama laptopumu düşürdüm -sizlere ömür-, öğle yemeğine çıkmamasına çalıştım, falan.. Bu
hmf hanımın sobesiydi. Sırada
tanrıça hanımın sobesi var gecikmiş de olsa. Fidel'in hikayesi var sonra..
Tolga bu yalan oyunun yeni ebesi olsun, yeni aldığı takım elbisesiyle bize kendi yalanlarını anlatsın, hehe.. Sobe!