hoplama zıplama otur yerine..
2008'in ilk yazısı ciddi ve mühim bir şey hakkında olsun dedim. Hani bütün dergiler yılın ilk sayısında o yılın nasıl olacağına dair beklentiler, hiç olmadı burçlara ilişkin öngörüler, fallar filan yayınlıyorlar ya, benim neyim eksik diye düşündüm. (Dergim eksik ama çaktırmayın, farkında değilim. :P) Öyle vatana millete ilişkin öngörülerde bulunacak kapasite bende olmadığından, kendime dair üç beş tahmin ve bir kaç temenni ile başlayayım diyorum.
1. Göz altlarımın morluğuna çare bulacağım.
Hahahaha, siz nasıl şeyler yazacağımı sanıyordunuz ki! Benim küçücük hayatımın derdi tasası da bu kadar işte! Ne diyorduk, göz altlarım. Annemi ve babamı çok seviyorum, iyi güzel de, en kötü fiziksel özelliklerini bana armağan etmeseler de olurdu yahu! Abartıyor muyum? Tamam, şöyle bir örnek vereyim size o zaman, babamın saçları çok zayıf ama beyazlamıyor; annemin saçları çok gür ama erkenden beyazlıyor. Bu durumda en kötü kombinasyon ne olur? Hem çok zayıf, hem de bembeyaz saçlar olur değil mi?! Bilin bakalım benim saçlarım nasıl? ;)
Neyse, bu şanssızlığın başka bir kötü sonucu da her daim mor göz altlarım. Annemin İç Anadolu'ya nereden geldiği belirsiz o güzelim Grek burnu dururken, minik bir bebek olarak kendisinin incecik derili, hassas göz altlarını seçmiş olmama bakılırsa, benim seçimler konusundaki başarısızlığım doğuştan! (Kuzusarması beyefendiyi hariç tutuyorum, o bu konunun gerçek istisnası.) Vücudumun başka hiç bir yeri için yapmayacağım yatırımları göz çevrem için yapıyorum, temizleyiciler, kremler, bakımlar.. Ama yok işte! Hala keş, hala hasta, hadi bilemedin yorgun görünüyorum! Sanırım tek çarem, bir türlü beceremediğim şu makyaj işine artık başlamak olacak. Evet evet, şimdi gidip iyi bir firmanın makyaj ürünlerini satan bir mağazaya oturayım, "hadi anlatın bana" diyeyim, üstüne "ben bilmem, boyayın beni, kapatın şu göz altlarımdaki morlukları" diye şımarayım, onlar da alsınlar sazı ellerine, beni Bülent Ersoy'dan beter etsinler. Ben, hani anlamıyorum ya bu işlerden, "bu mudur" diye sorayım, "budur" desinler, kabul edip bütün malzemeleri alayım. Eve dönerken "böyle kısa kızıl saçlarla Bülent Ersoyluk olmaz olsun" diye isyan edip kuaföre uğrayayım. Şu takıp çıkarılabilen siyah postişlerden alayım kendime. İster misiniz eve gelip beni öyle görünce zaten neler olduğunu anlayamamış olan Kuzusarması, bir de elimde o postişi görünce Garez'in içine düştüğünü zannedip çığlığı bassın. Bunun üstüne günün her saati karısıyla bağıra çağıra kavga eden, ama en ufak bir seste kapımızı çalıp "bebeğimiz uyuyor" demeye utanmayan densiz komşumuz yine kapımıza dayansın. Kuzusarması bu kadar şeyi kaldıramayıp Allah ne verdiyse komşuya girişsin (eline sağlık kocacığım), beni unutsun. Karakolda derdimi anlatmaya çalışsam da polisler benden korksun, ifademi bile almasın. Kuzusarması nezarette geçirdiği bir gecenin sonunda beni boşasın!
Neyse, bu şanssızlığın başka bir kötü sonucu da her daim mor göz altlarım. Annemin İç Anadolu'ya nereden geldiği belirsiz o güzelim Grek burnu dururken, minik bir bebek olarak kendisinin incecik derili, hassas göz altlarını seçmiş olmama bakılırsa, benim seçimler konusundaki başarısızlığım doğuştan! (Kuzusarması beyefendiyi hariç tutuyorum, o bu konunun gerçek istisnası.) Vücudumun başka hiç bir yeri için yapmayacağım yatırımları göz çevrem için yapıyorum, temizleyiciler, kremler, bakımlar.. Ama yok işte! Hala keş, hala hasta, hadi bilemedin yorgun görünüyorum! Sanırım tek çarem, bir türlü beceremediğim şu makyaj işine artık başlamak olacak. Evet evet, şimdi gidip iyi bir firmanın makyaj ürünlerini satan bir mağazaya oturayım, "hadi anlatın bana" diyeyim, üstüne "ben bilmem, boyayın beni, kapatın şu göz altlarımdaki morlukları" diye şımarayım, onlar da alsınlar sazı ellerine, beni Bülent Ersoy'dan beter etsinler. Ben, hani anlamıyorum ya bu işlerden, "bu mudur" diye sorayım, "budur" desinler, kabul edip bütün malzemeleri alayım. Eve dönerken "böyle kısa kızıl saçlarla Bülent Ersoyluk olmaz olsun" diye isyan edip kuaföre uğrayayım. Şu takıp çıkarılabilen siyah postişlerden alayım kendime. İster misiniz eve gelip beni öyle görünce zaten neler olduğunu anlayamamış olan Kuzusarması, bir de elimde o postişi görünce Garez'in içine düştüğünü zannedip çığlığı bassın. Bunun üstüne günün her saati karısıyla bağıra çağıra kavga eden, ama en ufak bir seste kapımızı çalıp "bebeğimiz uyuyor" demeye utanmayan densiz komşumuz yine kapımıza dayansın. Kuzusarması bu kadar şeyi kaldıramayıp Allah ne verdiyse komşuya girişsin (eline sağlık kocacığım), beni unutsun. Karakolda derdimi anlatmaya çalışsam da polisler benden korksun, ifademi bile almasın. Kuzusarması nezarette geçirdiği bir gecenin sonunda beni boşasın!
Hmmm, belki de mor gözlerle dolaşmak o kadar kötü değildir. :)
2. Evde üç kişi olacağız.
Hayır yahu, ne bebeği?! Kedi alacağız eve, kedi! Yani alacağımızı umuyorum. Yani almayı istiyorum. 8 yıldır bir yavru kedi için ağladığımı gören Kuzusarması bu sene "tamam"dedi, "tamam kuzum, bu kadar istiyorsan kıyamam sana". Dedi demesine de evlilik öyle ciddi bir müessese ki işler böyle yürümüyor. Evde hayvan beslenmesine sonsuz karşı olan kayınvalidemin, benim hayvan beslememe karşı olan annemin (çok bağlanıyormuşum, çok üzülüyormuşum onlara bir şey olunca) gönüllerinin alınması, eve haftada bir temizliğe gelen hanıma "kedilerden korkar mısınız?"diye sorulması gerekiyor. Şeytan "ne kedisi, al en gürültücüsünden bir kangal köpeği, sal alttaki komşuların üstüne" diyor ya neyse, hanımefendi blogger duruşumdan kaymayayım şimdi. :)
Şimdi bir yavrucuk gelse mırıl mırıl, Kuzusarması'na süpriz yapıp eve götürsem, eve girer girmez ayağına dolanan pisiyi benim karakolluk postişim sanıp tiksinerek itse ya da yine Garez'deki kadın zannedip ezse, ben de kendisine "cani" diye bağırsam.. Kendisini terk edip hayatımı kedi haklarını korumaya adasam, 150 kediyle bir evde yaşasam, kokumu 2 km. öteden duysalar. Ölünce kediler beni yiyeceği için cesedimi bile bulamasalar, sembolik mezarımın taşını da ciğer şeklinde yapsalar. Hahahaa.. Yahu içtiğim kahvenin içinde bir şey mi vardı acaba?! :D
Bu arada pisi demişken, yüzüğüme bakar mısınız? :) Kuyruğu ve gövdesi iki ayrı parça ve sıkı dur crick, adı "Sadi". :) Soru gelir nasıl olsa, ben şimdiden yazayım, Sadi Tekin tasarımı bu yüzüğü ve daha güzellerini şurada ve şurada bulabilirsiniz. Facebookta profiliniz varsa şuraya da bakın derim.
3. Uzakları göreceğiz.
Bu senenin kalkınma planı çerçevesinde Kuzusarması ile yurt içi ve yurt dışı bir kaç seyahat planını hayata geçireceğiz. Bunların içinde en önemlisi Çin. Evet ya, sonunda ben de (daha fazla değişmeden) Çin'i görebileceğim. Zaten benim göz altlarımın morluğundan sonra en büyük kaygım dünyayı göremeden ölmek. :) Valla. Çok ciddiyim. Hatta gözlerim ikinci sırada bile olabilir, çok emin değilim.
Neyse, bu iş için baharı bekleyeceğiz, çünkü 2007 yılından çıkardığımız derslerden biri soğuk memleketlere, soğuk mevsimlerde gidilmemesi gerektiğiydi. Sonra -afedersiniz- dötünüz donuyor. :) Hmmm, en kısa zamanda bu anafikire yol açan Münih-Salzburg yolculuğunu anlatmam lazım size.
Çin seyahatinin ortasında Kuzusarması döner bana "e artık bu sene Kaş'a gidemeyiz, Çin'de bu kadar zaman harcadıktan sonra" der, arkasından kedi şiş yapan bir amca görürüz sokakta bizim kokoreççiler misali, bizim uzaklar kısacık sürüverir, döneriz hemen. :) Bende bu öngörü yeteneği varken aç kalmam beee!
4. Gündeme müdahale edeceğiz.
Hep beraber yapacağız hem de! Nasıl mı? Hani gazetelerde anketler yapıyorlar ya, onlardan yapacağız birlikte, tartışmalar açacağız, ülkenin gündemine düşeceğiz hatta gündemi biz yaratacağız. Mesela ilk konumuz şu olabilir: Türkiye Malezya olursa, burada da tsunami de olur mu?Hı, olur mu, soruyorum size? :)
En popüler tartışmaları ramazan ayında yapacağız ama. Şimdiden belirlediğim iki konunun/sorunun (Serkan'la beraber belirledik, hakkını yemeyeyim şimdi kendisinin) Türkiye'yi Zekeriya Beyaz ve diğerleri olarak ikiye böleceğine çok inanıyorum şahsen.
1. Tangalı oruç tutulur mu?
2. Suşiyle oruç açılır mı?
Ne oldu, saçma mı geldi? :) Aşkolsun size, her gün bu seviyede bile nitelikli konular konuşulmuyor bile buralarda. Yoksa sizin oralarda konuşuluyor mu? ;) Zaten biz bu konuları tartışmaya başlayınca ülkeyi yönetmeye aday bile oluruz! Ben de kendime meşgul olacak bir şey bulmuş olurum böylece, Kuzusarması 1,5 senelik bir eğitim planına dahil olmaya karar verdi de geçtiğimiz hafta. Hem fena mı olur, Türkiye benimle gurur duyar filan. :)
Şöyle bir okudum da 2008 yılı tahminlerimi (aslında hedefler ve sonrası için tahminler gibi olmuş) Beşiktaş tribünlerinden bir slogan geldi aklıma. Kendime bu vesile ile akıl fikir diliyor şöyle sesleniyorum.
Hoplama, zıplama, otur yerineeee
2008 gelir sokar gözüne!