sen benim kim olduğumu biliyor musun???
yok-ki, hala ebe miyim bilmiyorum, yoksa bu kadar geç kalan ebeleri kırpıp kırpıp yıldız mı yaparlar? :) Şöyle bir diğer bloglara baktım da, sobenin konusu da biraz karışmış. Ben sobelendiğim gibi anlatıyorum. Kendimle ilgili pek de bilinmeyen beş şey aşağıda. İlgilenmeyenler okumasın. :)
1. Sağ ayağımın üç parmağı yok.
Doğuştan. Tamam, biraz garip bir giriş oldu bu ama epey bilinmeyen bir şey, değil mi? :) Ortadaki üç parmağımın yalnızca ilk boğumları var, bu yüzden aslında parmaklarım yok sayılmaz, yalnızca azlar. :)
Aslında küçüklükten itibaren eğitimime çok faydası oldu bu sorunun. Çocukların ne kadar acımasız olabileceğini erken yaşta öğrendim böylece. Hayır hayır, sadece yüzlerinde garip ifadelerle "ayaaaağna noooolduğğ" diye soran çocukların değil, onları cevaplayan "çocuk ben"in de ne kadar acımasız olduğunu. :) "Ayağımdan tren/kamyon/otobüs geçti, oof, çok kötüydü, bir görsen. Her yerden kan fışkırıyordu oooğlum!" ya da "Geçen sene top oynuyordum böyle senin gibi, sonra çok hızlı vurmuşum, parmaklarım içeri kaçtı!" dediğimde yüzümün aldığı şeytani görüntüyü, ne kadar eğlendiğimi hatırlıyorum.
Bu konuda beni bir tek, çocuk denecek yaşta beni kucağına alan annemin hikayesi üzer. Doktora ilk önce "yavrumun eli ayağı tam mı" diye soran ve yalnızca beni o doğurduğu için bundan zaman zaman kendini sorumlu tutan o küçük annenin. Kızını yetiştirirken kendi yaptıklarıyla yetinmeyip -daha o zamanlarda- profesyonel yardım almayı düşünen o akıllı annenin. Hiç bir zaman olamayacağım kadar iyi bir anne olan annemin hikayesi. Sanırım o da benimle beraber büyüdü, şükretmeyi öğrendi, daha büyük, daha ciddi bir sorunum olmadığı için.
2. Dünyanın en çok bilmiş ikinci çocuğuydum.
İkinci diyorum, çünkü her zaman bilmediğimiz bir yerlerde daha kıl bir çocuk olabilir. :)
Okumayı çok erken yaşta öğrendim. Koltuğumun altına kitaplarımı sıkıştırıp alt komşumuzun kapısına dayanır, "iyi akşamlar Aydın Amca, Sevim Teyze, size kitap okuyabilir miyim?" der, Aydın Amca'nın dizine oturup kitabımı okur, sonra teşekkür edip eve dönerdim. Bunu yaptığımda 5 yaşındaydım. İki kanallı TRT döneminde babam Tom ve Jerry izlemek isterken, ben haberleri izlemek için tutturduğumda 10. Anneme feminizmin, babama liberalizmin ne olduğunu anlattığımda 11-12.
Çocuk dediğin, çocukluğunu bilmeli. Yoksa benim gibi sonradan sapıtma ihtimali yüksektir. :) Benim çocukluğuma benzer bir velet görsem, hiç acımam, evire çevire döverim valla. (Evet, şiddet karşıtıyım, ama çok bilmiş çocuk başka türlü adam olmaz, konuşarak yola gelmez!) Sonra da hayat boyu hayır duası alırım. :))
3. Kedi gibi uyuyorum.
Ellerim bileklerimden kıvrık, çenemin altında boynuma yaslanmış, aynen şöyle. Sabahları ağrıyla kalkıyorum bazen. Tamamen bilinçsiz ve konforsuz bir hareket.
4. Hayatta kendimi en çok özdeşleştirdiğim şey bir pokemon: Jigglypuff!
Jigglypuff serbest halde -doğada- gezinen, yani Pikachu gibi pokeballdan neyin fırlamayan, kimseye ait olmayan, pembe, topik bir pokemondur. Kendisi şarkı söylemeyi çok sever, sesinin güzel olduğuna inanır. Bu yüzden her fırsatta şarkı söyler. İnsanlar aslında Jigglypuff'ın sesini severler, ancak uzun süre dinleyemezler. Çünkü Jigglypuff'ın sesinin hipnotize etme özelliği vardır. (Her pokemonun düşmanını yenmek için farklı özellikleri vardır, onunki de budur çünkü.) Bu yüzden insanlar kendilerinden geçerler. Ancak Jigglypuff bu özelliğinden kendisi haberdar olmadığından ve biraz da asabi olduğundan, zaman zaman mikrofon olarak da kullandığı keçeli kalemle uyuyan insanların yüzünü bir sinirle boyar. :)
Baksanıza, basbayağı benim bu yahu! Telif mi istesem şimdi gidip.. :)
5. Bazen gözlem yapmaktan yorgun düşüyorum.
Beynim hiç durmadan kaydediyor. Algılarım artık o kadar açık ki, ben bile şaşırıyorum. "Artık" diyorum çünkü üniversitede sırf gözlem yapmayı öğrenmek için malzemenin (insanın ve hikayenin) bol olduğu tren istasyonuna ya da otobüs terminaline giderdim. Fotoğraf çekmek, yazı yazmak, yemek yapmak.. Yaratmaya dair becerebildiğim ne varsa bu gözlemi dışa vurmak için aslında.
Bir de bonus: Kuzusarması "sayesinde" tükürdüğünü yalama ustası oldum!
"Ay hayatta bir hukukçuyla çıkmam. Çıksam da evlenmem. Ben zaten evlenmeyeceğim, işim olmaz. Doğumgünleri, yıldönümleri benim için çok önemli. Biriyle ayrılırsam ayrılmışımdır, asla geri dönüşü olmaz. Hele ayrılıp başka biriyle birlikte olmuşsam ya da o başka biriyle birlikte olmuşsa mümmmkün değil, o ne midesizliktir." Yaaa, görürsün işte böyle gününü! Dalga bile geçersin kendinle! :)
Bu oyunda bir çıkmaz sokak olasım vardı ama itiraf: merakıma yenik düştüm. Bu soru üzerine kafa yoracağını düşündüğüm pırpırcan'ı (kızıyor musun sana böyle diyorum diye???), yolculuktan döner dönmez yazması için hmf'yi ve bilginin gerçekten paylaştıkça büyüdüğünü doğrulayan pratik anne'yi sobeledim. Cevaplayıp cevaplamamakta özgürler.