Pazartesi, Mayıs 21, 2007

"şey"lerle dolu bir yazı..

Daphne, geç kaldım, biliyorum. Ama yazdım nihayetinde. Çok "şey" oldu, idare edeceksiniz artık.

1.1 Daha önce yaşadığım 3 şehir..
En çok bu soruda eğleneceğimden emindim, nitekim öyle de oldu. :) Erzincanlı bir baba ile Ankaralı bir annenin çocuğu olarak İstanbul'da doğdum ben. 3 yaşımdayken Erzincan'a taşındık. İlkokula Kocaeli'de başladım, orta ikiyi bitirdiğim yaz Malatya'daydık. Ben üniversiteyi kazanıp Ankara'ya doğru yola çıkarken, ailem de evimizi Diyarbakır'a taşıyordu. Ben okulla ev arası mekik dokurken onlar da geldi Ankara'ya, bir süre birlikte yaşadık. Sonra ben okulu bitirip İstanbul'a geldim, onlar İzmir'e taşındı. Şimdi mi? Şimdi yine Ankara'dalar.. :) Ben de İstanbul'dayım. (3’ü geçtim di mi?!)
köprüde
Bu kadar gezmiş dolaşmış biri olarak, hep bir aidiyet sorunu yaşamışımdır. (Bu gerçekten bir süredir yazmayı planladığım bir konu, başlı başına bir post konusu.) Ciddi ciddi nereli olduğumu bilmiyorum mesela. Kendimi en çok İstanbullu, ve ne gariptir ki, biraz da Malatyalı hissediyorum; oysa ikisi de değilim. :) Detaylı hissiyatımı sonra anlatayım ben, yoksa bu "sobe" bitmez. Valla. ;)

1.2 Tatil için gittiğiniz, gördüğünüz, önerdiğiniz 3 yer..
"şundan bundan" yurt dışından okuyucusu bol olan bir blog olduğu için, bir yerleri önermek ürkütücü geldi şimdi. Tereciye tere satılır satılmaya da, ben o kadar iyi bir satıcı değilim. :) Zaten gördüğüm yerler de terecilere “tamam yahu, getir seninkini alayım” dedirtir türden değil. :) Yine de, Türkiye’de yaşayıp da bir bayramda denk gelip hala görmemiş olan varsa, Prag’ı tavsiye ederim. Bayram diyorum, çünkü Türkiye’ye yakınlığı; vizesini almanın kolaylığı; 3-4 günde hem sıkılmadan, hem de gayet detaylı gezilebilen bir yer olması, Türkler için bayramların popüler tatil yeri yapmış Prag’ı. Biz gittiğimizde camlarda Türkçe yazılar vardı, o kadar yani. :) Bir tavsiye daha isterseniz, bayramda gitmeyin derim ben. :) Bir de balayında gitmeyin. O kadar çok, ama o kadar çok yürüyorsunuz ki, balayının ruhu ile hiç uyuşmayacak bir yorgunluk oluyor üzerinizde. :)
Prag'da görkem
Her yaz aynı yere tatile gidenlere dünyanın -kötü- lafını söyleyip, her sene kendimi zor attığım Kaş’ı tavsiye edebilirim sonra. Neyse ki yolu hala çok iyi değil, neyse ki hala yabancılardan çok Türkler -hatta garip bir şekilde sanat böcük camiası- tercih ediyor, neyse ki düşündüğümden daha az değişiyor. Orada bulduğum huzuru hiç bir yerde bulamıyorum ben.
tatilde
Hayatının yarısı Doğu’da geçmiş biri olarak, hayatınızın bir döneminde, mümkünse erken bir döneminde, oraları görmenizi tavsiye ederim ayrıca. Hatta keşke bir süre yaşayabilseniz.. Hayatı bira daha anlamak için, bir gün bir yerlerde söz sahibi olmak için.. Yaşamasanız da (elbette bunun zor olacağının farkındayım) görün bari, biraz daha eksik kalmayın. Mardin, Doğu Beyazıt, Urfa, Antep ve Diyarbakır olmazsa olmazlar. Gerisi size kalmış..
ışıkla yıkanan Doğu Beyazıt
1.3 Görmek istediğim 3 yer..
Her yer! :) Bana yolculuk olsun, başka iklimleri görmek, başka yemekleri yemek, başka insanlarla konuşmak olsun. Başka olsun. Ben her yere giderim. :) Şimdi gözlerimi kapatıp Tokyo’ya ışınlansam, sokaklarında kaybolsam. Her sene tam yaz tatili öncesi dolaşan e-maillerdeki o deniz üstünde -içinde hatta- odaları olan otellerden birinde, bir tropik adada olsam. Ya da Güney Amerika’da olsam, içim sıcacık keşfetmenin tadını çıkarsam. Hep uzaklara gitsem. Ve hep eve dönsem sonunda.

2.1 Şu andaki mesleğiniz..
Anlatması ne zor. :) Baroya kayıtlı bir avukatım aslında, ama artık sadece bir ofis odasında oturup danışmanlık veriyorum. (Buna danışmanlık da denmeyebilir, emin değilim.) Hukukçuyum deyip susayım ben. :)

2.2 Dünyaya yeniden gelseydiniz, hangi meslegi yapmak isterdiniz?
Daha çok eğleneceğim bir iş olabilirdi sanırım. Tiyatro gibi sahnede olacağım bir şey, reklamcılık gibi işin mutfağında olabileceğim bir şey. Yeteneklerimi daha çok gösterebileceğim bir şey. Parıldayan bir şey. Hmmm, evet evet, parıldayan bir iş, bayıldım bu fikre. :)

2.3 Asla yapamazdım dediğiniz meslek..
İnsanın -başta benim- şiddete eğilimi beni çok ürküttüğünden, eli silah tutan meslekler bana göre değil hiç.

3.1 Yasam felsefenizi olusturan sözlerden biri?
Her şey insan içindir.

3.2 Bir kitapdan alınma, çok sevdiğiniz bir cümle veya paragraf veya bölüm..
Borges’ten.. “İçinde hiç kimse yoktu onun; yüzünün ve bol bol sarfettiği akla hayale sığmaz fırtınalı sözcüklerin ardında yalnızca bir parça soğukluk ve başka hiç kimsenin görmediği bir düş vardı..”

3.3 Çok sevdiğim bir şiirden parça..
Uzun zamandır şiir okumuyorum ben. Ne acıklı. Oysa eskiden okumakla kalmaz yazardım da. Kuzusarması içimdeki şiir yaratığını da öldürdü sanırım. :) Orhan Veli okurdum her genç gibi. Brecht severdim. Sonra daha çok Türk şair tanıdım, sevdim, Ahmet Telli okudum uzun geceler. Sonra çok sevdiğim Şükrü Erbaş’ın imza gününe gittim bir gün. Buz gibiydi. Okumadım onu bir daha. Ne hayal kırıklığıdır tanımadan sevdiğin birinin sandığın/sevdiğin insan çıkmaması. Oysa hala her yenilgimden onun bu şiiriyle çıkarım ben. hmf, sen de okuyacaksın değil mi bu şiiri yüksek sesle? :)

Tutuşmak Üzere Yeniden

Sızıyor sessizce kendi derinine
Çıkışını bulamayan sular.
İnsan aynı türküyü aynı içtenlikle
Söyleyemiyor ki uzun zaman
Böyle karşılıksız yankısız
Değişiyor usul usul eski duygular.

Biliyor musun kalbim artık
Bir kuş gibi çırpınarak pencere önlerinde
Titrek kanatlarıyla umudun
Düşmüyor bekleyişin hayal camlarına
Gelmene yakın saatlerde.

Hayat dolduruyor hey boşluğu kendince
Bir başka başlangıçla
Tutuşmak üzere yeniden
Pembe üflemeleriyle bir ince soluğun

Soğuyor acılar bile..

Hadi bana bir torpil. Son 5 yılda aklımda tek şiiri de iliştireyim aşağıya. Kim olduğunu bilmediğim, bulamadığım "Sevgi Köse" yazmış.

boğazda kalan

her sabah
üsküdar'ın en hızlı koşan kadını
yedi vapurunu saçından yakalarım
parmaklarıma takılı her teli
dize dize martılara atarım
kızkulesi kocaman gülümseyişinden
eğilip yakar sigaramı
akşamdan kalma yıldızlarını toplarım
yakalarını çekiştiren istanbul'un
boğazına takılırım

martılarda sabahın beyaz sevinci,
kaptanın nefesi çarpar tüm yolcu yüzlere…
bir ben duyarım
galata kulesinin rüzgara karşı sesini
"seni dokunamadığım kıyılar kadar seviyorum"
gün boyu cebimde taşır
akşam vapurundan kızkulesine fısıldarım
bu içli itirafı

eski bir şarap tadı dilimde
evimin ve gecenin yolunu tutarım.

Geç de olsa bitti işte. Ben de Zeyno'nun annesini ve yok ki'yi sobeliyorum kabul ederlerse..

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

hızıır, ilyaaas, duyun sesimi..

Bu sabah geç kalmış bir yılbaşı çamı gibi yürüdüm İstiklal’de. Alakasız -siyah- bir pantolon altına giyilmiş neredeyse tabansız -yeşil, krem- çiçekli kumaş pabuçlar, üzerine eklenenlerle kişiselleştirilmiş kumaş -sarı- bir çanta, merserize -beyaz- bir hırka, düğmesiz -krem- bir gömlek, kulakta kocaman -bordo, gri- kulaklıklar, gözde kocaman kokoş -adeta Paris Hilton- güneş gözlükleri, saçlar toplu, kulakta inci küpeler! İşe giderken giyilmeyecek ne varsa üstümde, yapılmayacak her türlü hareket de cabası. Biraz daha estetik olsam, bir dilek ağacı olabilirdim belki. Ama ola ola beceriksizce -belki aceleyle- süslenmiş bir çam ağacı oldum ben. Yürüdüm, işe geldim. Dilek ağacı deyince.. :)
balon ve dilek duvarı
Geçen sene "bu sefer önceden haber vereceğim" demiştim ama yine yapamadım, kızmayın bana, olur mu.. Geçtiğimiz cumartesi hıdrellezdi ve biz yine Ahırkapı’daydık. Yapılan organizasyonu –geçen sene çıkan yangına rağmen-, sokakta satılan tüm o yiyecek ve içecekleri –bu sene iki bira alacağız diye sıkışıp ölüm tehlikesi atlamamıza rağmen-, o ışığı, o süslemeleri, o eğlenceyi seviyorum. En çok da steril olmayan o kalabalığı seviyorum, normalde yan yana gelmeyecek insanların –kokoş etiler ablasıyla cingen klarnetçi amcanın- birlikte göbek atmasını mesela. Ya da Ahırkapı ahalisinin kapılarının önünde –hür teşebbüs!- bir geceliğine bar açmalarını, evde ne kadar içki varsa çıkarıp satmalarını seviyorum.
barmenBu arada, bu “barmen” arkadaş, ayrı bir olaydı hakikaten. Şenlik organizasyonunda yalnızca bira ve şarap olunca, bu güler yüzlü adamın kapı önünde sattığı cindir, viskidir, pek bir popüler oldu. Ama ben asıl t-shirtüne vuruldum. Üzerindeki Dolce Gabbana’yı gururla gösterip “abimle birlikte yapıyoruz, bizim imalat” diye seslenip duruyordu herkese. Ya, kapı önünde içki satmak olsa olsa “ruhsatsız içki satmak” filandır, çok da bir cezası yoktur herhalde. Ama korsan mal üretmek öyle mi ya? Kaç yıl hapis cezası var, kaç bin YTL para cezası var.. Şu cesarete bak! :)

Evde yaptıkları börekler ve mercimekli köftelerle, Borsa’nın döneri, Edirne’nin ciğeri ile yarışmaya çalışan Ahırkapı’lı kadınları seviyorum sonra. Süslenip püslenip camlarda poz vermelerini, kimseyi kırmadan gülümsemelerini. Bir yere “cafe” deyip adını da “sansar” koymalarını, :) o cafenin girişine sucuklar asmalarını, kapıda mangal tüttürmelerini, içeride göbek atmalarını. Olmadığım ne varsa orada görmeyi seviyorum. Seviyorum beee. Var mı ötesi. :)
seviyorumm
Hıdrellez sadece eğlenmek için değil, elbette Hızır ile İlyas’tan dilek dilemek için de en güzel zaman. Bu sene insanların dileklerine -aaa ne ayıp- şöyle bir göz attım. Her şeyi Hızır ile İlyas’tan bekleyenler, organize çalışıp gelenler, “likit param artsın” gibi sofistike dilekleri olanlar, tekne ve jip isteyenler, “ne olur şu okulu kazaniim” diye dileyip “o Türkçe ile zor” dedirtenler, çizimlere güvenmeyip bir de detaylı anlatanlar, kendisi için bir şey istiyorsa namertler.. Çok çok eğlenceliydi.. :)

Begüm bana dileğini göstermedi, görmeyeyim diye yukarılara astı bir de. :) Bu kadar röntgencilikten sonra, benimkini de görmenizde bir mahsur görmüyorum. :)
bizim bir sipamız var :)
Son olarak Kuzusarması’na bir not (sevgi böcüklüklerine alerjisi olanlar okumasın): Gelmekle kalmayıp eğlendiğin için teşekkür ederim sevgilim. Gerçekleşmiş en büyük dileğim sensin..
biz