Bu hafta garip bir haftaydı. Biraz keyifsiz, biraz sessiz.. Dedi ki Kuzusarması “hadi gel, Ankara’ya gidelim”. Önce nasıl keyifli görüneceğim diye endişelendim. Sonra, “kabul” dedim -bir cesaret-. Gözümü bir açtım, baba evindeyiz. Bu koşulsuz sevginin iyileştiremeyeceği bir iç sıkıntısı düşünemiyorum. -Tabii sıkıntıyı bu sevgi yaratmıyorsa! :D-
Şimdi bu çaydanlık da nereden çıktı diyeceksiniz, bir yerden konuya dahil olacak tabii, az sabır. :) Bu bizim çaydanlığımız. Taaaa eski küçük minnak evimizden kalma, babaannemin hediyesi. Çok çay içmesek de zaman içinde eskidi bu meret her şey gibi. Yeni bir çaydanlık almayı çok istedik, hatta anneciğimi bu işten sorumlu devlet bakanı atadık, ama bir türlü istediğimiz gibi bir şey bulamadık. Ben sade ama değişik bir şey istedim, bulduğum her şeye Kuzusarması bir eleştiri getirdi, o zaten hiçbir seçenek sunamadı, anlayacağınız biz yine bizim emektara kaldık. :)
(Şimdi konu değişiyor ama yine gelecek çaydanlığa. Valla.) Ankara’da boş iki saatimi -iki ev arası koşuşturmaların, hasret gidermelerin arasında o kadar oluyor- yıllardır gör-e-mediğim canım arkadaşım
Belgin’le geçirmeye niyetliydim. Niyetliydim niyetli olmasına da, mitinglerle işgal edilmiş Ankara trafiği buna izin vermeye niyetli değildi pek. Buluşma yerimizi Belo’nun biraz oyalanabileceği bir yer olarak değiştirmek zorunda kaldık, sözleştiğimiz saatten 40 dk. sonra Karum’daydım. Tam ortada film gibi bir kavuşma gerçekleştirirken biz, sarılmış ve birbirimizden kopamıyorken -ah ne güzeldi, bir görseniz!-; gözüm, önünde buluştuğumuz dükkanın vitrinine takıldı. İşte oradaydı: normalde pek de sevmediğim bir tarzda, ama nedense görür görmez gözümü alan, ıcık bıcık desenli bir çaydanlık! Belgin’e “yürü kızım, iki dakika içeri giriyoruz şunun fiyatını öğrenmek için” dedim. Güzelimin şaşkın bakışları, “ben burada bir şeyler kırarım” nidaları arasında kendimizi dükkanda bulduk. Ama Belgin çaydanlığı almama karşı çıktı, “bu ne yahu, aynı markanın başka bir desenini bizim oradan yarı fiyatına aldım ben, sana da alırım istediğin desenini oradan” diyerek. İşte yine olmuştu, istediğim çaydanlığı almamın önünde öyle tatlı bir engel vardı ki, aşmam ne mümkün! :D Alışveriş yapmadan çıktık dükkandan.
Bıraktık çaydanlığı maydanlığı, kendimizi
Budakaltı’nda bulduk. Görüşmediğimiz yıllarda oluşan arayı kapatıp, bir daha geçmişten -gerekmedikçe- söz etmemeye, geleceği paylaşmaya söz verdik önce. Belgin hala
İrem prensesi emzirdiği için bana çayla eşlik etti; ben, kendisi soğukken içimi nasıl yaktığını, -tombik- yanaklarımı nasıl kızarttığını anlamadığım güzel bir beyaz şarap içtim. :) 30 yaşın ağırlığını, hayatı, hayatı güzelleştiren/yaşamayı kolaylaştıran eşlerimizi, değişen rollerimizi, bizi konuştuk. Eski sevgililer gibi gözlerimiz dolu dolu baktık birbirimize, bir masada el ele –taze aşıklar gibi- oturduk. :) (Kuzusarması bunları duyunca çok kıskandı. Deli.) Farkettik ki, geçen zaman içinde o ben, ben o olmuşuz. Ben onun eski deli dolu hallerine, o benim eski olgun oturaklı hallerime, birbirimize bürünmüşüz. Belki kendimize olan özlemimizden bu kadar düşmüşüz birbirimize, ya da yeni bizi o kadar sevmişiz ki sonunda birbirimizi de anlamış, sevmişiz.
Özlemişiz.Akşam eve döndüğümde ne gam, ne tasa, hiçbirinden eser yoktu bende. En sevdiklerimiz baba evinde bizi yemeğe bekliyordu üstelik, yedik, içtik, sarıldık, sırnaştık. Bağıra çağıra –İtalyan aileler gibi- atıştık. :) Sonra ben anneme (evet geldi işte söz verdiğim üzere konu, ben dememiş miydim) “bugün bir çaydanlık beğendim” deyip hikayeyi anlattım. Belgin bulamazsa, bize o kedili çaydanlığı almasını rica ettim. Annem onun üstüne babama “yaa hayatım, Hülya’nın bize hediye aldığı çaydanlığı yukarıdan indirebilir misin” dedi. Babam elinde kocaman bir paketle salona girdiğinde gözlerime inanamadım. Benim çaydanlığım! Vitrindeki.. :D Annemin arkadaşı Hülya Abla anneme “iki taneydi, birini size, birini bize aldım, dükkanda bırakmaya kıyamadım” deyip bu çaydanlığı getirmiş. Üstündeki desenleri gören annem de “benim kızım çok sever bunu, isterse ona vereyim” deyip kullanmaya kıyamamış. Meğer sabah da bana “sana bir şey göstereceğim, seversen senin olsun” filan demiş, ama ben o koşturmada fark edememişim. :)
Şimdi dönüş yolunda arabadayız. Yanımda sevgilim, bagajda kendisi kadar komik bir kutuda çaydanlığım, aklımda Belgin var.
Çok keyifliyim.